pekmez

Pekmez: Üzüm veya dutun ezilerek kaynatılmış ve tatlanmış halidir.

Calvin
FreePalestine


TheHungerSite
Firefox

Powered by Blogger

Friday, April 14, 2006

En Buyuk Bilmece...

Zamanin olmadigi bir zamanda yasananlar...

EZELIN SIRRI

Allah, kendi guzelligini seyretmek, kendi bilinmezliginin sonsuz bestesindeki ahenkleri duymak icin evrenleri yaratti ve ezel boyle dogdu.

Melekler, ruhlar, nefsler ve gonul ve bunlarin dekorunda yasayan bitmeyen guzellikler... Iste ezel.

Cennet hikmetinde seyrettigimiz sonsuz sevdalar, binbir isik, bitmeyen hazlar... Ve iste ezel.

Icice guzelliklerin ilahi raksinda birbirini kovalayan asklarin mekansiz iklimi... Ve iste ezel.

Ne boyutlarinda madde kafesi
Ne dusuncelerinde kabus
Ne yureklerde vesvese
Ne umutlarda sonen zaman kaygusu
Ne duygularda ayrilik korkusu

Iste ezel! Taptaze ve serin. Dunyamizin derinlerinde esen seher gibi.

Zaten seher ezelden bir anlik hatiradir bizlere.
Ezeldeki zevk her zerremize sinen dayanilmaz bir sevda nagmesidir.

Ezeldeki boyutlar ve mekan ince bir tul gibi ilahi rakslarin pesinde suzulur. Ezelde renkler icice birbirini kovalayan sarkilar gibi canlidir. Her yeni oyku hayallerin otesinde yeni bir sehrayin sergiler. Her yasanan guzellik sanki yeni bir ihtisamin baslangicidir. Yine ezelde ayrilik bir guzelden baska bir guzele gecisin turkusudur. Dunyada esyayi esir alan zaman, ezelde zevklere mahkumdur....
...

Evet Allah kendi guzelligini seyrediyordu sanatinin sonsuz nakislarinda. Ilahi sevginin her dalgasi, yeni bir ihtisami sergiliyor, sonsuz besteye yeni bir cennet sahnesi ekliyordu. Sonsuz zerrelere can veren bu ezel sirri rahman hikmetiyle hep sevdali, hay sirri ile hep taze ve canliydi...
...

Elbette tum guzellikler Allah'tandir ve hazlar, sevdalar da O'nun sirri.
...

Bu ruyalardan guzel gercek hayatin ufkunda, ezelin sinesinde bir an bir ask firtinasi dogdu. Her varligin en derin noktalarindan, ozunden, dayanilmaz bir hazzin alev alev yakan zevki tum guzellikleri sariverdi. Sanki tum rakslarin, guzelliklerin her noktasindan isik isik bir baska senfoni parlayiverdi.


Bu ask firtinasi neydi? En derinlerimizden bizi sarsan bir seda mi, bir arzu mu?

Ve siddetinden mekansiz firlayan bu muhtesem beste, her zerreye ve sonsuz mesafelere yayiliverdi. Ezeli her yerinden titreten, nagmelerin en guzeli, sozlerin en muhtesemi.. Evet Allah emrediyordu tum mekanlarin ozunden:

-Elestu birabbikum (Ben sizin rabbiniz degil miyim?)

Bu ask firtinasinin bestesi, bu muhtesem sedanin bitmez dalgalari halinde sonsuz zaman ufuklarina yayildi. Yitirdigimiz hafiza bandi arkasinda, izlerini gonul ekraninda sezdigimiz dayanilmaz sevda ve cazibe hep bu muhtesem sedayadir. Zaman baslar, akar biter fakat ask firtinasi bitmez.

Bilmedigimiz mutlulugu bu yuzden caglar boyu arar dururuz. Bu yuzden cennet kokulari asiklari sarhos gibi dolastirir aramizda. Ve yureklerimizde bu yuzden esrarli bir ozleyisin nagmeleri titresir durur.

Bu yuzden guzeli arar, bu yuzden cirpinan yuregimizin ardindan cilgin gibi kosariz. Bu yuzden asklar, sevdalar taze baharin sirrinda nokta nokta dolasir dunyamizda. Ve ezel bu yuzden hep hasrette yasanir, tukenmeyen ayrilik acisi hep bu yuzdendir.

ELEST MECLISI

Evet simdi ezelin billur sinesinde alev alev yanan, nur nur parlayan ve idraklerin her noktasinda soluyan bir bste vardi:


-Elestu birabbikum.

Butun varliklar enfuslerinden ve afaklarindan onlari saran bu muthis ilahi sevda bestesi ile sarsiliyordu. Ve hersey sanki sonsuz bir hazzin doyulmaz atesinde kavruluyor ve eriyordu.


Sonra bu haz muthis bir hasyete dondu.


Ve sonra varliklarin, boyutlarin, ruhlarin sonsuz sahillerinde mecaller tukeniverdi. Dayanilmaz guzelliklerin mekanlari zerre zerre alevlenmis gibi bu muhtesem nagmenin sirrinda eridi.


Bu muthis emir oylesine kudretliydi ki, sanki her varligin icinde yeni bir an yaratiyor, sonra da susan her noktayi mekanda siliyordu. Varliklarin ozunde isiklar tek tek sonuyor, sonsuz yokluklara donuyordu.


Dusuncelere mecal veren idraklerin ozunde bile yalniz bu ilahi sevda cinliyordu:

-Elestu birabbikum.

O ana kadar yalniz seyredilen ve yasanan guzellikler sanki simdi hay sirri ile canlanmis, dile gelmis, bu ilahi emir seklinde yansimisti. Dusunce ve idrakin mekanlarinda her varlik ilahi sanatin binbir parlayisini goruyor, seziyor, yasiyor fakat o ilahi emrin dalgalarina dayanmaya mecal bulamiyordu.

Cunku tum varliklar idrak mekanlarinda bu sedadan baska dayanacak, tutunacak, mecal bulup cevap verecek bir nokta bulamiyordu. Her varligin ozunde bir cikis imkani, esrarli bir kurtulus umudu titresiyor, fakat kimse bu mechul noktayi bulamiyordu.

Evren tum bu emrin ihtisami ile dopdoluydu. Ruhlar bile siginip soluyacak bu mechul noktayi sezememisti...

Ve sonra tum varliklar mecalsiz kul yiginlari gibi solmaya basladi. Boyutlar cucelesti, sonra yavas yavas durulmeye basladi. Mekanlar birbirinden hayal gibi uzaklasiyordu. Yalniz gonullerin en uzak noktalarinda bir niyaz titresiyordu. Evet, belki de belli belirsiz bu niyaz disinda hersey soluyor, tukenip bitiyordu.

Bu panigin nedeni, varliklarin kendi mekanlarinda tutunacak bir nokta aramalari idi. Sanki bu ilahi emre cevap verebilmek icin her esya nefs perdesinde bir mecale siginmak cabasina dusmustu. Bu ise gercekte bir benlik cikmazi idi. Halbuki evren, enfus ve afak ile mekanin her noktasinda ilahi guzellik ve kudretle dolu idi. Ve benlik bu andan itibaren kendine ayri bir mekan aramak, kimlik aramak gafletini temsil edip duruyordu.

Ezelin solgun cehresinde birdenbire bir mucize dogdu. Sonsuz mekanlarda yeni bir ask nagmesi raksetti. Yepyeni bir guzelligin hayat veren cazibesi tutusuverdi:

- Beli (evet) Rabbimizsin.

Bu sir, Fahr-i Kainat Efendimizin kalbinden cosup gelivermisti.

Bu hamd seli, evreni yeniden taptaze bir hazza bogdu. Sanki sonsuz guzelliklerin kapanmaya yuz tutan goncasi yeniden aciliverdi.

Kimdi ezelin sinesinde bu seda naksi, kimdi bu guzeller guzeli?

Kimdi evrenleri tukenmislikten kurtaran bu hamd selinin sirri?

Hamd ihtisami icinde kullugun en muhtesem noktasinda evreni saran bu niyaz, perde perde gonullerde tutresen umutlari alevledi. Ona en yakin olanlardan halka halka "beli" niyazlari yukseldi. Ruhlar tek tek dogan yildizlar gibi bu isiklardan mecal bulup parladilar. Ve evren Fahr-i Kainat gonlunde bir gonca gibi aciliverdi.

Ve tum varliklar kullugun sonsuz zevkine erdi...

Mekanlar renk renk ilahi guzelligin sirrindan yeni ask sarkilari bsteledi.

Galaksiler, atomlar bu hamdin coskusu ile sema ederek kader perdelerinden iniverdiler. Atomlar ozunde sonsuza dek Allah'i zikreden, birbirinden guzel sarkilar dogdu. Sonsuz isik dunyalarinda tukenmeyen isik solenleri basladi.

Ve cennet perde perde bir gelin gibi ilahi guzellikleri sonsuz boyutlara sergileyiverdi.

Simdi ezelde yepyeni bir can, binbir pirilti raksediyordu. Ve onlarin merkezinde, Efendimizin gonlunde hamd niyazi cosuyordu suresiz.

Muhammed (SAV) hamdinden tum evrenlere isik isik zikirler yayildi. Melekler sonsuz hazlarin coskusunu yine mekanlarin otesine, yeni alemlerin sinirsiz ufuklarina yaydilar.

Allah, bu buyuk bayram gununde Efendimze evrenin en buyuk iltifatini yapti:

-Levlake levlak, lemma halaktu'ul-eflak (Sen olmasaydin alemleri yaratmazdim)

Iste; "Ben Allah iken, meleklerimle beraber Peygamberime salat u selam ederim. Ey insanlar, siz de salat u selam getirin, ona ileteyim*" ayeti bu gercekleri yansitmaktadir.


*Enbiya Suresi, ayet 107


Onk. Dr. Haluk Nurbaki

Gonul Penceresinden Fahr-i Kainat Efendimiz

Saturday, March 18, 2006

18 Mart



CANAKKALE

Gozlerim doluyor, bogazim dugumleniyor.
Ben susuyorum, Mehmet Akif konusuyor.

Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!

Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.

Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...

Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.



******


iSTiKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden ilahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


Mehmet Akif Ersoy


******


BİR YOLCU' YA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın

Bu toprak bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın

Bir vatan kalbinin attığı yerdir

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda

Gördüğün bu tümsek Anadolu' nda

İstiklâl uğrunda, namus yolunda

Can veren Mehmet' in yattığı yerdir.

Bu tümsek koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele

Mehmet' in, düşmanı boğduğu sele

Mübârek kanını kattığı yerdir

Düşün ki, haşr olan kan, kemik, etin

Yaptığın bu tümsek amansız, çetin

Bir harbin sonunda bütün milletin

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.


Necmettin Halil Onan(Çakıl Taşları)


Thursday, February 09, 2006

Turkey&Turkiye&Hindi

Daha once hocalarimdan birisinden dinledigimi sandigim bir isim kovalacamasina jonquille'in blogundan ulastim. Blogunda, Turkiye ve Turkey-Hindi- kelimeleri arasindaki baglantinin nasil kuruldugunu anlatan bir yaziya link vardi.

Yazinin Turkce cevirisi burada, Ingilizce orjinali de burada. Hepsini okumaya vakti olmayanlar icin de ozeti asagida;)

Anadolu'da hindi'ye benzeyen ancak ondan daha kucuk ve lezzetli olan "çulluk" denen bir hayvan vardir. Amerika kesfedilmeden cok once Ingiliz tuccarlar Anadolu'daki çulluk denen hayvani kesfediyorlar ve Ingiltere'ye ithal etmeye basliyorlar. Ingiltere'de populer olan çulluk, "Turkey bird" (Turk kusu) ya da kisaca "Turkey" olarak adlandiriliyor. Amerika kesfedildiginde Amerika kitasina gelen Ingilizler burada gordukler hindileri çulluk zannediyorlar ve tipki çulluğu oldugu gibi Amerikan hindilerini de "Turkey" diye adlandiriyorlar.

O gune kadar dunyanin baska hic bir kosesinde bilinmeyen hindi, Amerika kitasindan Turkiye dahil dunyanin diger bolgelerine ithal edilmeye baslaniyor. Diger ulkeler bu hayvanin çulluk (ya da kendi ulkelerinde her ne olarak adlandiriyorlarsa, hindinin daha kucugu olan hayvan) olmadigini anliyorlar ve hindiye o zamanlar Amerika kitasinin dunyadaki isimleri olan; "India, Peruvian ya da Ethiopian" kuslari adini veriyor.

Yani aslinda Turkiye'nin ingilizcedeki karsiligi olan Turkey, hindiye verilen isimden gelmiyor. Asil ingilizcedeki hindi ismi Turk'ten geliyor:))

Bu arada hindiye dunyanin diger koselerinde verilen isimlere gelince;
Turkcede: "Hindi" (Hindistan'dan geliyor. Amerika ilk kesfedildiginde "India" olarak adlandirilmasiyla alakasi var kesin.)
Portekizcede: "Peru",
Arapcada; "Ethipoian kusu",
Yunancada: Gallapoula (French girl),
Farscada: Buchalamun (Bukelemun)
Fransizcada: Dinde (Hindistan'dan-from India)
Hintcede ise hindinin bir karsiligi yok:) Onlar da ingilizcedeki gibi "Turkey" diyorlar:)

Yani aslinda tum dunya kimi zamanlar ortak bir mirasin takipcisiyiz ancak pek farkinda degiliz.. sonucuna variyorum:)



tahin

Sunday, February 05, 2006

Bir gül gibi...



55:37.
Gök yarılıp, yağ gibi eriyen, kızaran ve yanan bir gül (gibi) olduğu zaman;
55:38. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?*





Fotograflar: Rosette Nebula Nasa

*Rahman Suresi 37-38. ayetler



tahin

Wednesday, February 01, 2006

Munich ve Siyonist Spielberg'in cevirmeyecegi 10 film!

Munich filmi sinemalarda ancak henuz izlemedim. Acikcasi o filme para verip Spielberg'in cebine katkida bulunmayi hic istemiyorum. Bu gidisle internetten indirip izleyecegim anlasilan.

http://www.imdb.com
sitesinde tartismalari takip ediyorum. Film aradan cikarilmis durumda. Tartismalar Filistinliler ve Israil karsiti batililar ile Israilli Yahudiler arasinda Filistin&Israil sorununun tarihsel ve politik tartismasina donmus.

Bir Filistinli'nin 10 movies zionist Speilberg won't make isimli yazisi herkesin okumasi gereken bir yazi. Olaylarin ve sozkonusu kisilerin tamami gercek. Adi gecen olaylarin hicbirisini Spielberg'un filme cekecegini sanmiyoruz elbette!

Sinema oyle beyin yikayan bir arac ki istedigin kisi ya da grubu kahraman olarak insanlarin beyinlerine kaziyabiliyorsun. Israil'in nasil, ne zaman kuruldugunu bilmeyenler, Filistin davasindan habersiz olanlar, Israil'in 1/100'e tekabul eden saldirilarindan habersiz olanlar Munich filmine gidecekler ve "Ah! Ah! Vah! Vah!" nidalari esliginde gozyasi ile filmi izleyecekler. Tum dunya, ozellikle de ABD ve Avrupa tarafindan taninan bir devletseniz yaptiginiz tum operasyonlar "Anti-Teror Savunma" adini alir. Yok eger isgal altindaki bir "halk" iseniz yaptiginiz tum savunmalar "Teror" adini alir.

Israil'in ilk basbakani David Ben Gurion, UN ve ABD tarafindan belirlenen Israil sinirlari aciklandiginda; "Kendilerine verilen topraklardan simdilik memnun oldugunu ancak Israil devletinin kurulmasinin hemen akabinde guclu bir askeri kuvvet kurarak tum Israil topraklarinin tamamina yayilip yerleseceklerini" aciklamistir.
Tikla

Dunyanin gozu onunde asil niyetlerini ilan etmistir ve sozkonusu "tum Israil topraklari" Turkiye'nin guneydogusunu da iceren "Vaad edilmis topraklar"dir. Hal boyleyken Turk insaninin; "Aaa Munich cok guzel filmmis, Spielberg yine super bir film yapmis, mutlaka izlemeliyim" diye klasik ABD ve Hollywood hayrani agziyla bilincsizce konusmasini anlayamiyorum. Yok aslinda anliyorum...

Ingiltere'de Volvo (Yahudi arabasi!) disinda bir araba kullanan tek Yahudi gormedim. Hatta Yahudilere dogrudan ya da dolayli yoldan bagli olan supermarketler haricinde bir supermarkete giren Yahudi de gormedim.

Spielberg Musluman olsaydi tek kurus para verip Spielberg'un filmini izlemezlerdi. Birakin hayran olmayi!

Bir tanidigimin soyledigi bir soz var; "Eger Yahudilik anneden cocuga gecen bir din olmasaydi, diger dinlerden kolaylikla Yahudilige gecis olsaydi Yahudiler kararliliklari ve caliskanliklari ile tum dunyayi Yahudi yaparlardi!"


tahin


Sunday, January 29, 2006

Muhacir...

19. yuzyilin sonu&20. yuzyilin basi... Bir baba, iki ogul ve bir kiz, Yunanistan topraklarindan Osmanli topraklarina dogru yola cikar.
Annelerini koylerinde topraga vermis olan ortodox hristiyan Rum aile savastan kacmakta, huzur ve ekmek parasi icin Osmanli topraklarina siginmaktadir.
Trakya uzerinden yuruye yuruye ve is bulduklari yerlerde calisa calisa Gelibolu'ya kadar ulasirlar. Gelibolu'da bir sure konaklar, etraftaki topraklarda ve ciftliklerde irgat olarak calisirlar. Yagmurlu ve soguk bir gecede sandalla, Canakkale bogazindan Anadolu topraklarina gecerler. Yolda hastalanan kucuk kiz karsiya gecislerinden kisa bir sure sonra vefat eder. Geride kalan uc erkekten en yaslilari, babalari, da Anadolu topraklarinda can verir.
Iki erkek kardesin yollari ise bir daha hic kesismemek uzere ayrilir.
Cakir gozlu kucuk kardes Yorgo, Osman Aga'nin ciftligine coban olur. Sessiz ve caliskandir. Bir gun gectigi yolda bir ses duyar, birinin bir sey okundugunu farkeder. Oturup dinler.
Sozlerini anlamadigi bu esere hayran olur.

- "Bu nedir?" diye sorar ciftlik sahibi Osman Aga'ya.
- "Kur'an" yanitini alir.
- "Kur'an nedir?" diye sorar.
- "Kur'an bizim kitabimizdir" der Osman Aga.
- "Ben de ogrenmek istiyorum" deyiverir genc Yorgo...

... Ve Rum Yorgo Ahmet olur o gunden sonra ...
Muslumanligi secen oksuz ve yetim Ahmet, Osman Aga'nin evlatligi olur. Soyadi kanunu ciktiginda Osman Aga sulalesi ile ayni soyadini alir.
Koyden bir kiz ile evlenir, iki oglu, bir kizi olur. Olene kadar Anadolu topraklarinda, musluman oldugu koyde yasar ve ayni koyde Hakk'in rahmetine kavusur. Inna lillahi ve inna ilayhi raciun.
Gelininin deyisiyle; "Akli erdikten" sonra, bir gun bile ustune gunes dogmaz. Gittigi yere bereket getirmesi ve titizligi ile unlenir. Temiz yasar, temiz ölür...
Osman Aga'dan kendisine gelen soyadi bugun; oglu>oglunun kizi>oglunun kizinin kizi tahin'in banka hesaplarindaki "Annenizin Kizlik Soyadi" bolumlerinde, Ingiliz topraklarinda ve sanal alemde yasamaktadir.
Nur icinde yatasin...

tahin

Thursday, January 26, 2006

Surrealist Performans ve Turkiye'nin zeytinciligi!

Surrealist calismam:)
Tuketilmisligin sembolizasyonu performansi!
Bu calismami Istanbul Bienali jurisine gondereyim, degerlendirmeye alsinlar. Her hakki mahfuzdur:)

Londra'daki buyuk alisveris marketlerinde; Ispanyol (dunyanin en buyuk zeytin ve zeytinyagi ureticisi), Italyan ve Yunan zeytinyaglarini raflarda goruyoruz ancak ne yazik ki Turk zeytinyaglari-gorunurde- raflarda yer bulamiyor.






ANDOLSUN O INCIRE, O ZEYTINE*


Bir zeytin agaci ortalama 7 yil icinde urun verecek olgunluga ulasiyor. Turkiye'de tahminen 90 milyon zeytin agaci var. 86 farkli zeytin cesidi yetisiyor ve Ayvalik-Edremit bolgesi Turkiye'nin zeytin ve zeytinyagi uretim merkezi.

Asagidaki tabloda yillik uretimler ve tuketimler goruluyor. Turkiye listede 4. sirada.




Country Production Consumption Annual Per Capita Consumption (liters)[4]
Spain 44% 23% 15.0
Italy 20% 28% 13.5
Greece 13% 11% 26.1
Turkey 7% 2%
Syria 7% 4%
North Africa 4% 4%
United States nil 8% 0.6
France nil 4%
Other 5% 16%


Yukardaki tablo pek cok seyi anlatiyor aslinda. En yakinimizdaki uretici Yunanistan iki katimiz uretim yapiyor ve urettiginin neredeyse tamamini icerde tuketiyor. Suriye bizim kadar uretim yapiyor ve neredeyse yarisini icerde tuketiyor. Tum siralamada, en az zeytinyagi tuketen ulke Turkiye!

Ispanya, Italya ya da Yunanistan kadar uretim yapmamamiz icin hic bir neden yok. Ya da en azindan urettigimizin yarisini tuketmememiz icin!

Ispanya urettiginin yarisindan biraz daha fazlasini tuketirken Turkiye hem az uretiyor hem de urettiginin cok az bir kismini tuketiyor. Oysa ki kalp ve damar hastaliklarinin belki de belli basli onlemlerinden bir tanesi zeytinyagi tuketmektir.

Ayrica yapilan arastirmalara gore gunde 1 kereden daha fazla zeytinyagi tuketen kadinlarda, daha az tuketenlere oranla %25 daha az gogus kanseri riski goruluyor.

Zeytinyagi pek cok derde deva: Kalp ve damar hastaliklari, kanser, seker hastaligi, tansiyon, obezite-asiri sismanlik, bagisiklik sistemi, sindirim sistemi, deride kirisiklik, yaslilik belirti ve risklerine karsi bire bir dogal ilac. Ayrica hamileligin ilk uc ayindaki fetus gelisiminde anahtar rol oynuyor.

Zeytinlik sahipleri topraklarini sicak para karsiliginda buyuk sehirden gelen ve villa-yazlik sahibi olmak isteyen zenginlere satiyor. O guzelim zeytin agaclarina hic acimadan kiyiyorlar sonra da birbirine bakan beton duvarlar arasinda oturuyorlar. Denize inebilmek icin bilmem kac kilometre yurumek ya da araba kullanmak zorunda kaliyorlar. Her ne kadar Ispanya da ozellikle Ingilizlerin istilasi altinda olsa da Turkiye'nin kat be kat uzerinde uretim yapmayi basarabiliyor.

Zeytinlerin agactan toplanmasi, onlara en cok zarari veren sekilde, agaci sallayarak ve sopalar kullanilarak, en ilkel sekilde gerceklestiriliyor. Her uretici icin gecerli degil elbette bu durum. Ancak ureticinin onemli kismi en azindan 2001 yilina kadar bu sekilde hasat yapiyordu. Cok degistigini sanmiyorum.

Turkiye uretim fazlasini ozellikle Italya'ya satiyor ve tonu bilmem kac ucuz liraya giden bu zeytinyaglari Italya'da paketlenerek dunya marketlerindeki raflarda yerlerini aliyor. Londra'daki marketlerde oldugu gibi! Turk zeytinyagi, Italyan firmalarin siseleri icinde, Italyan zeytinyagi sanilarak tuketiliyor.

Ne yazik ki kendi uretimimizi paketleyip cift kar yaparak dunyaya pazarlamak yerine kolay olani secip diger uretici firmalara ucuza satiyoruz. "Kendi yutar salkimi, ele verir talkimi" diye bir deyisimiz vardir ama biz talkimi kendimize ayirip salkimi baskasina veriyoruz maalesef.

Henuz kendi ulkemizde bile zeytinyagini ucuz ve etkili bir sekilde satmayi basaramamisken yurtdisina paketlenmis ihracat yapmayi dusunmek biraz hayal elbette.

Turkiye'de, ulkemizdeki zeytin ve zeytinyagi uretiminin hak ettigi yere gelmesi icin calisan insanlar var ancak ben sadece iki kisinin adini anacagim; Guzin Yalin ve Hasan Acanal.

"Scope Tanitim ve Danismanlik" firmasinin sahibi ve yoneticileri.

Birlesmis Milletler - Uluslararasi Zeytinyagi Konseyi'nin Turkiye danismanligini yapiyorlar ve ulkemizde zeytinciligi ve zeytinyagi uretimini gelistirmek icin de ellerinden geleni yapiyorlar. Kolay gelsin...

Ve iste betonlasan kiyi sahilleri...




Kaynaklar:
Answers.com
LivingFoods.com
Napoleon-co.com
SamCooks.com
WholeHealthmd.com

*Tin Suresi, 1. ayet